Ağırlıklı olarak nazım türünde yani şiir gibi yazılan; canlı veya cansız varlıkların kişileştirilerek konuşturulduğu ders verici niteliğe sahip kısa yazılara fabl adı verilir. Fabl tarzında yazılan yazılarda; olayların insanlar arasında geçse bile hikaye alegorik olarak sanki hayvanlar arasında geçiyormuş gibi tasvir edilir. Çocuklara hem hayatla ilgili nasihat ve derslerin verildiği hem de hayvan sevgisinin aşılandığı fabl yazıları ilk olarak nazım şeklinde yazılırken zaman içinde nesir tarzında da yazılmaya başlamıştır.
Fabl
Latince fabile kelimesinden gelen fabl denildiğinde herkesin aklına ilk olarak on yedinci yüzyılda yaşamış bulunan La Fontaine gelmektedir. La Fontaine fabl tarzını tanıtıp dünyanın her köşesinde bulunan çocuklara yayılmasını sağlayan ünlü bir yazardır.
Fabl Nedir?
Fabl: İnsan olmayan canlı veya cansız varlıkların kişileştirilerek konuşturulduğu ibret verici hikayelere fabl denir.
Hayattan alınan küçük kesitlerin bitki ve hayvanlar arasında geçmiş gibi tasvir eden; eğitici, öğretici örneklerle kötü unsurlardan uzaklaştırmayı hedefleyen küçük öykülere fabl denir. Fabl yazılarında soyut kavramlar somutlaştırılır. İnsanlar arasında geçen dürüst / ikiyüzlü, cesur/korkak, açgözlü/ gözü tok, cimri/eli açık gibi davranışlar ya da çatışmalar sanki hayvanlar arasında geçiyor gibi gösterilir.
Eğlendiren, güldüren ve bunu yaparken de ahlaki ve vicdani yönden eğiten fabl yazılarında akıcı ve şiirsel bir dil kullanılır. Fabllarda dört öge bulunmaktadır:
- Kişiler ( zıt karakter taşıyan en az iki hayvan kişileştirilir)
- Olaylar ( Sonunda bir ders veren özlem, korku, kıskançlık, korku içeren olayları kapsamaktadır.)
- Yer ( yol, orman, göl kenarı gibi konumlar)
- Zaman ( Kronolojik zaman dilimi kullanılmaktadır)
Fabl Özellikleri Nelerdir?
- Masalımsı kısa öyküler tarzında nazım şeklinde yazılır.
- Fabl yazılarında mutlaka bir öğüt ve ders verilmesi amaçlanır. İbret veren olaylar anlatılır. Bu yazılarda verilen ders açık olarak belli edilir.
- Amaç çocuklara ahlaki açıdan ders vermek olduğu için didaktik özellik taşır.
- Konu hayvan ya da bitkiler arasında geçer.
- Bitki ya da hayvanlar anı insanlar gibi konuşur, iletişim kurar, düşünür, duygu paylaşır ve sorun çözerler. Teşhis ve intak sanatları kullanılarak yazılır.
- İyiyi ve kötüyü temsil eden en az iki karakter yer alır.
- Olaylar genel olarak bir ormanda ya da yol kenarında tasvir edilir.
- Sonlar hep mutludur.
- Soyut kavramlar ve olaylar somutlaştırılır.
- Eğlenceli sade bir anlatım tarzına sahiptir.
- Ele alınan konular sadakat, kanaat, alçak gönüllülük, cömertlik, bağışlamak, doğruluk, dürüstlük, adalet gibi evrensel kavramları içerir.
- Hayvanlara genellikle simgesel öğeler yüklenir. Yılan sinsi, tilki kurnaz, karınca çalışkan, koyun saf olarak kişiselleştirilir.
- Serim, düğüm, çözüm ve öğüt olmak üzere dört bölümden oluşmaktadır.
Fabl Örnekleri
Türk edebiyatından fabla ilk örnekler olarak Şeyhi tarafından yazılan Harname ve Mevlana Mesnevi içinde bulunan bazı eserleri vermek mümkün. Recaizade Mahmut Ekrem; La Fontene eserlerinden çeviriler yaparak fabl örneklerinin ülkemizde yayılmasına destek veren isimler arasında gelmektedir. Aşağıda fabl için 5 +1 örnek verilmiştir.
Horoz ile Tilki
Görmüş geçirmiş, anasının gözü bir horoz
Tünemiş bir ağacın dalına.
Kurnaz tilki, sesini yumuşatarak, ona
Dedi ki: “Kardeşçiğim, artık dostuz;
Barış oldu hayvanlar arasında.
Müjde getirdim sana, in de bir öpüşelim;
Ama Allah aşkına oyalanma;
Çünkü bilirisin ya, başımdan aşkım işlerim.
Oysaki siz serbestsiniz daima,
İşleri düşünemeye bilirsiniz;
Hem artık siz yardım da ederiz.
Ama, kuzum, in de aşağıya bir
Doya doya öpeyim gözlerinden”
“Kardeşim” dedi horoz, “Bu mutlu haberinden
Daha güzel bir haber almazdım şüphesiz.
Bu nefis
Bu mutlu haberinden.
Üstelik bunu senden öğrenmekle
Sevincim iki kat oldu. Ama, dur hele.
Bunu müjdelemek için olacak,
Bak iki tazı geliyor koşarak”
Hızlı da koşuyorlar; haydi ben ineyim de
Hep birden öpüşelim tazılar geldiğinde.
“Hoşça kal ” dedi tilki, “Yolum biraz uzunca,
Kutlarız bu barışı yeniden buluşunca.”
Çabuk toplayıp tası tarağı,
Külhani bir anda tırmandı dağı.
Bir iş çıkmamıştı numarasından.
O sırada çalının arkasından,
İhtiyar horoz kıs kıs gülüyordu.
Oyunbazı oynatmak pek tatlı oluyordu.
La Fontaine’den çeviren; Orhan Veli Kanık
İki Katır
Biri yulaf yüklü iki katır gidiyordu;
Birinde tahsildarın paraları.
Para taşıyan biraz fazla kibirleniyordu;
Duymuyordu bile sırtındaki ağırlığı.
Pek de edalı adım atıyordu,
Çıngırağını şakırdataraktan.
Para da yalnız memurun katırında vardı.
“Ne bekledim, başıma neler geldi diyordu.
Şu arkadaş nasıl da sıyrıldı tehlikeden!
Mahvolan, helâk olan sadece ben.
Öteki: __ Dostum, dedi yoldaşına,
Her zaman rahat etmez büyük işler görenler;
Sen de bir fakirin işini görseydin eğer
Bunun hiç biri gelmezdi başına.”
(Orhan Veli Kanık, La Fontaine’in Masalları)
Horozla İnci
Bir horoz inci bulur, kuyumcuya gider:
“Al, şuna bak, der,
pırıl pırıl, ne özrü ne kusuru var.
Fakat sen bana bir avuç mısır ver,
benim işime o yarar.”
Bir cahile bir kitap miras kalır.
Adam kitabı alır,
komşusu kitapçıya gider:
“Bak, ne güzel kitap, der,
fakat sen bana beş on kuruş ver,
benim işime o yarar.
(Nâzım Hikmet, La Fontaine’den Masallar)
Aslan ile Fare
Herkes herkese yardım etmeli,
Ben büyük, o küçük dememeli
İki masalım var bunun üstüne,
Başka da bulurum isteyene.
Aslan toprakla oynuyormuş bir gün;
Birde bakmış pençesinde fare,
Aslan, aslan yürekliymiş o gün,
Kıymamış canına, bırakmış yere.
Boşuna gitmemiş bu iyiliği.
Kimin aklına gelir,
Farenin aslana iyilik edeceği?
Etmiş işte, hem de canını kurtarmış.
Günün birinde aslan
Biraz çıkayım derken ormandan,
Düşmüş bir tuzağa,
Ağla içinde kalmış;
Kükremiş durmuş boşuna;
Bereket fare usta yetişmiş imdada;
Bu iş kükremekle değil,
Kemirmekle olur demiş.
Başlamış incecik dişlerini işletmeye
Gelmiş ipin hakkından kıtırkıtır.
Bir ilmik kopunca ağdan hayır mı kalır?
Sabır, biraz da zaman
Güçten, öfkeden daha yaman.
La Fontaine Masalları (Çev. Sabahattin Eyüboğlu)
Şahin İle Horoz
Şahin, tatlı bir daire çizerek süzüldü, yüzyıllık çınar ağacının dalına kondu. Gerçi kendisini hafif hafif esen rüzgarın kollarına bırakmıştı ama; yine de yorulmuştu inerken. Bir süre konduğu dalda soluklandı, üzerindeki tozları silkeledi ve “Biraz kestireyim.” diyerek iyice yayıldı.
Tam bu sırada bir ses duydu. Horozun biri bağırtıyla kaçıyordu. Çınarın altına geldiğinde soluk soluğa kalmıştı. Dönüp arkasına baktı, kimsenin gelmediğini görünce rahatladı.
Horozun kaçışını izlemiş olan şahin:
Hah hah hah hah, diye gülmüştü.
Horoz, “O da kim?” diye çevresine bakınırken, şahin yukarıdan seslendi:
Benim, dostum, ben, şahin, başını yukarı kaldır.
Horoz, sesin geldiği yöne kaldırdı başını, şahini gördü.
Şahin hâlâ gülüyordu:
Ne oldu, kimden kaçıyordun öyle?
Tabii gülersin, dedi horoz, sana göre bir şey yok.
Kim kovalıyordu seni?
Horoz:
Sahibim, dedi, kim olacak, ilerideki çiftlikte yaşıyorum.
Size şaşıyorum, dedi şahin, sahipleriniz, henüz yumurtadan yeni çıkmış bir yavruyken özenle besleyip büyütüyorlar, sizler için güzel evcikler yapıyorlar, kümeslerde bir eliniz darıda bir eliniz arpada yaşayıp gidiyorsunuz, yine de size yaranamıyorlar”¦ Yahu, kendisine bu kadar yararı dokunan insanlardan kaçılır mı?
Horoz, şahinin küçümseyici sözlerini dinledikten sonra:
Sen, dedi, bir şahini tavada kızarırken veya şişe geçmiş közde pişerken gördün mü hiç?
Yook, dedi şahin laubali bir tutumla, ne olacak?
Ben, dedi horoz; çok horozlar, tavuklar gördüm sahibim pişirirken, ona nasıl güvenebilirim?
Beydeba, Kelile ve Dimne
İki Papağan, Kral ve Oğlu
Biri baba, biri oğlu iki papağan Kral sofrasından geçiniyorlarmış. İki yarıtanrı, onlar da baba oğul bu papağanlarsız edemiyorlarmış. Dördü de yaşlarına başlarına göre Candan bağlıymışlar birbirine Dki baba canciğermiş; Uçarı yürekli iki oğul da bağdaşıyorlarmış nasılsa. Sofrada, okulda bir prensle olmak Ne şeref bir genç papağan için. Prens, zalim bir cilvesiyle kaderin, Başka kuşları da seviyormuş: Bir serçe, çapkın mı çapkın, Çevrenin en sevdalısı, Bağlamış kendine genç prensi. İki rakip kuş oynaşırken bir gün Bütün delikanlılar gibi Kavgaya çevirmişler oyunu. Serçe, boyuna bakmadan, Öyle gagalar yemiş papağandan, Sürtmüş kanadı yere can çekişir gibi, Kurtulmaz sanmışlar aldığı yaradan. Prens kızıp öldürmüş papağanı.
Haberi yetiştirmişler babasına; zavallı ihtiyar ciyak ciyak bağırmış; ama ne kadar yolunsa, yırtınsa boşuna:
Konuşkan yavrusu gitmiş öbür dünyaya,
Konuşmaz olmuş daha doğrusu;
Öyle olunca da bir kızmış ki babası
Saldırmış kralın oğluna,
Oymuş iki gözünü birden
Ve kaçmış bir çamın tepesine saklanmış.
Orda, tanrıların kucağında,
Tadını çıkarıyormuş aldığı öcün,
Güvenlik içinde, kimseden korkmaksızın.
Zalim Aslan
Vaktiyle ormanın birinde,canavar mı canavar bir aslan varmış.Çok kan döker,canını yakmadık tek bir hayvan bile bırakmazmış.O yaşadığı sürece,hiçbir hayvan rahat yüzü görmemiş.Bütün hayvanlar ondan nefret eder,ölümünü beklermiş.
Bu zalim aslan sonunda yaşlanmış.Gücü kuvveti kalmamış.Ağzındaki dişler de dökülünce herkesin maskarası olmuş.Hiçbir hayvan ona yardım etmiyor ve onunla konuşmuyormuş.Hayvanlar bir gün oturup karar almışlar;”Gelin hep beraber,bize bunca kötülük eden bu zalim aslanı iyice bir dövelim. Yaptıklarının cezasını,az da olsa gömüş olsun böylece.”
Sonunda bütün hayvanlar aslana saldırmış.iyice bir dövmüşler onu.Birisi boynuz vuruyor,diğeri çifte atıyor,bir başkası ısırıyormuş.Böylece;yaman bir öç almışlar aslandan.