Kulak zarlarımı deliyor şehrin çığ düşmelerini andıran uğultuları, bütün yankılanan sesler kulak mememde toplanıyor. Bir kadın, yürümesi için çocuğunu tartaklıyor, çocuğun ağlaşıları kulaklarımda; uzun boylu iri yarı genç bir adam, güzel bir kadına ağızlarından akan salyaları arasında laf atarak geçiyor önümden, laf atışların iğrençliği kulaklarımda; arabaların şoförleri trafiğin sıkışıklığından kırmızı görmüş boğa gibi kornalarına abanıyorlar, kornaların sesi şoförlerin küfürleri kulaklarımda.
Cebimde son param ve herkesin el salladığı, gülüştüğü kıyıya ulaşmak için son çırpınışlarım bunlar, bira ile ekmek arasında ikilem yaşıyorum. Hangisi ihtiyaç ayırt edecek halde değilim. Bira kendini iyi pazarlıyor ekmek karşısında, aç kalmaktan daha ihtiyaç olduğunu söylüyor. Yanmıyor sobam, içimde sürmekte olan yangın düştüğü yeri alev topuna çevirerek odayı sauna yapmaya yetiyor. Baharı düşlerken yine bir hazin kıştayım.
Yalnızlığım diyorum hiç yalnız bırakmadı beni, herkes gitti bir o gidemedi benden, bir köpek gibi sahibine sadık, bir sülük gibi yapışık. Çoktan öl(dürül)müş, ceseti çürümeye, kokmaya yüz tutmuş bir adam, defnedilmeyi bekleyen bir cenaze…
İzmarit olmak için tek çekimlik hakkı kalmış, iki dudak arasına sıkıştırılmış tükenmekte olan bir sigara gibiyim örneğin… Hangi dudakta sıkışıp kalmış olduğumun bir önemi yok, içe çekildikçe eriyor bedenim, gelecek sonu bekliyorum, az sonra biteceğim ve kaderi benle aynı olan diğerleri gibi küllük denilen izmarit mezarlığına basılacak bedenim. Üzerim örtülmeye bile gerek görülmeden, bir çöp kutusunun içinde, diğer değersiz çöpdaşlarımla kucak kucağa bulacağım kendimi.